Zülal Kalkandelen / Müzik Yazıları

Archive for the ‘Judy Garland’ Category

>Gerçeğin ve güzelliğin peşinde bir efsane sanatçı

leave a comment »

>© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 1 Temmuz 2010

Uluslararası İstanbul Caz Festivali’nin bu yıl en önemli konuklarından birisi, cazın unutulmaz sesi Tony Bennett. İstanbul’da ilk konserini verecek olan sanatçı, 15 Temmuz’da Şakir Eczacıbaşı anısına düzenlenen gecede sahneye çıkacak.

15 Grammy ödüllü Bennett’a merak ettiğim bazı soruları soru sorma olanağı buldum; içtenlikle yanıtladı.

Bir röportajınızda, “Kariyerim boyunca iniş çıkışlarım olmadığı için çok şanslıyım. Onca zamanın yüzde 99’unda, bütün dünyada hep büyük ilgi gördüm” demiştiniz. Sahnede geçirdiğiniz o müthiş 60 yılı düşününce, bütün bunların şansla ilgisi olduğunu sanmıyorum. Böyle bir kariyere sahip olmanın asıl sırrı ne?

Bunu söylemeniz çok hoş ama inanın çoğu gerçekten yeterince şanslı olmak ve de iyi bir fırsat doğduğunda hazırlıklı bulunmakla ilgili. Daha Columbia Records’la anlaşma yaptığımda aklımda yalnızca hir şarkılar değil, “hit şarkılar kataloğu” yaratma düşüncesi vardı. 1950’lerde kolayca para kazandıracak ama on gün içinde unutulup gidecek moda şarkılar yapmak yaygındı. Ben hep kaliteli şarkıları söylemek için ısrar ettim ve bu nedenle prodüktörlerle çok tartıştım. Ama sonunda farkı yaratan da bu oldu. Bir sanatçı olarak, yaratıcılık açısından ne yapmak istediğinize dair bir görüşünüz olmalı ve bazen çok zor olsa da elinizdeki bu silahı hiç bırakmamalısınız. Bunu yaparsanız, sanatınıza duyduğunuz tutkuyu asla kaybetmezsiniz ve dinleyicileriniz de, sahnede ya da kayıtta olsun, sizin gerçekten kendinizi ortaya koyduğunuzu bilir. Benim çok sadık hayranlarım var. Çocuğum ya da torunum yaşındakilerin konserlerime gelmesi heyecan verici. Onları asla hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum.

Bugüne kadar kendi albümleriniz için ya da başkalarının albümüne konuk olarak yüzlerce kayıt yaptınız. Birlikte çalıştığınız sanatçılar içinde müzikal anlamda daha kuvvetli bir bağ kurduğunuz isimler var mı?

Bu harika bir soru. Çünkü müzik endüstrisinde yer almanın bana sağladığı en büyük armağanlardan birisi, muhteşem müzisyenlerle çalışmak ve onlarla dostluk kurmak! Louise Bellson, beraber tatile gittiğimiz Elle Fitzgerald, New York Queens’den aile dostumuz Duke Ellington gibi isimleri sayabilirim. Duke Ellington’ı evimizdeki mutfak masasında annemle otururken anımsıyorum… Judy Garland, çok özel bir insandı. Onu tanıyıp birlikte şarkı söyleme şansını bulduğum için çok mutluyum. Bugünlerde k.d. lang’le çalışmayı seviyorum. Mükemmel şarkı söylüyor, müstesna bir insan. Tabii benimle birlikte dünyayı dolaşan dörtlü grubum da ailem gibi. Birbirimizi o kadar iyi tanıyoruz ki, sahnede kendiliğinden gelişen değişiklikleri rahatça yapabiliyoruz. Bu nedenle performanslar da her zaman doğal ve canlı kalıyor.

Sahnede geçirdiğiniz onca yıldan sonra bugün hala konserler verip albümler yapıyorsunuz. İçinizdeki ateşi canlı tutup sizi buna devam ettiren şey ne?

Şarkı söyleme ve resim yapmaya karşı tutkumu hiç kaybetmedim. Bu yapmak istediğim değil, yapmak zorunda olduğum bir şey. Kanımca, bir topluluğun karşısında şarkı söylemek ve birkaç saatliğine de olsa insanların günlük sorunlarını unutup keyif almalarına yardımcı olmak çok onur verici. Bu çok tatmin edici bir duygu.

Caz müzisyeni Hank Jones, geçen yıl 91 yaşında yaptığı bir söyleşisinde, “Henüz en iyi çalışmamı ortaya koyduğumu düşünmüyorum. Bu ulaşmak için çalıştığım bir hedef ama oraya daha varmadım” demişti. Günümüzün en saygın müzisyenlerinden biri olarak sizin bu konudaki düşüncenizi merak ediyorum: Hep olmak istediğiniz yere vardınız mı?

Bence “Her şeyi biliyorum” dediğiniz nokta, yaşamaya son verdiğiniz andır.

Ressam Georgia O’Keeffe şarkı söylemeyi, duygu ve düşünceleri ifade etmenin en mükemmel aracı olarak tanımlamış, şarkı söyleyemediği için resim yaptığını belirtmişti. Bir ressam olarak bu görüşe katılıyor musunuz? Müziğiniz bir resim olsaydı, nasıl bir resim olurdu?

Sanırım hem müzik hem de resimle uğraştığımdan, benim için bu ikisi arasında daha çok bir ying-yang ilişkisi söz konusu. Şarkı söylemek toplumla çok iç içe, binlerce insanın karşısında yapılan bir iş; oysa resmi kendi içinize dönerek yalnızken yapıyorsunuz. Her ikisini de yapabilmek harika. Eğer sahne performansından bunalırsam, birkaç saat resimle uğraşıp canlanabilirim. Resim yapmaktan yorulursam, sahneye çıkabilirim. Bu durum daima yaratıcı bir atmosferde kalmamı sağlıyor. Ben resim ya da müzik olsun, hep iki şeyi ifade etmek istedim: Gerçek ve güzellik.

>Vitrindeki Abümler 20:

with 2 comments

>© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 30 Mayıs 2010


JEFF BECK-Emotion & Commotion (Rhino/Warner)

Ritchie Blackmore, Eric Clapton, David Gilmour, Roger Waters, Santana gibi devlerden en büyük övgüleri alan Jeff Beck’in gitardaki yeteneği tescilli.

60’ların ünlü rock grubu The Yardbirds ile yaptığı çalışmalarla parlayan bir gitar ilahı o. En basit melodiyi bile çalsa, elektro gitarı konuşturup ağlatan, bir efsane isim.

Beck’in inanılmaz yeteneğinin yanı sıra, beni en çok etkileyen yanı, yıllar içinde birçok farklı türde müziğe gösterdiği ilgi oldu. Onun müziğinde her zaman bir çeşitlilik ve deneysellik ruhu vardı. Klasik müzik, soul, blues, rock, hatta tekno bile ilgi alanındaydı.

Yedi yıl aradan sonra çıkardığı stüdyo albümü de bu çeşitliliği yansıtıyor. Beck, kendi grubu ve 64 kişilik bir klasik müzik orkestrasıyla kaydettiği bu yeni albümünde, Jeff Buckley’den, Judy Garland’a, Screamin’ Jay Hawkins’den Puccini ve Dario Marianelli’ye kadar sevdiği farklı müzisyenlerin şarkılarını yorumlamış.

Soul müziğin güçlü sesi Joss Stone’un yorumladığı “I Put a Spell on You”, bugüne kadar yapılan en iyi cover’lardan birisi.

Vokalde opera sanatçısı Olivia Safe’in yer aldığı “Serene” ve “Elegy for Dunkirk”, opera ve rock müziği müthiş bir duygusal yoğunlukla buluşturmuş.

Swing şarkıcısı Imelda May’in pürüzsüz sesiyle söylediği Jeff Buckley şarkısı “Lilac Wine”, albümün en iyilerinden.

Over the Rainbow” ve “Nessun Dorma” gibi çok sevilen iki esere yapılan enstrümantal yorumları fazla yaratıcı bulmasam da, gitaristlerin gitaristini dinlemek her zaman eşsiz bir zevk.

“I Put a Spell on You” adlı şarkıya Joss Stone ve Jeff Beck’in yaptığı cover’ı aşağıdaki videodan dinleyebilirsiniz:

http://www.dailymotion.com/swf/video/xd3n6x_joss-stone-i-put-a-spell-on-you-liv_music

Written by zülalk

30 Mayıs 2010 at 13:38

>Cazın Yükselen Melody’si

leave a comment »

>© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 9 Temmuz 2009

Amerikalı müzisyen, İstanbul Caz Festivali kapsamında Esma Sultan Yalısı’ndaydı

Müzik aşkın gıdasıysa, çalmaya devam ediniz.” (Onikinci Gece I. Bölüm, Sahne I).

Shakespeare, Melody Gardot’yu sahnede çalarken görse, Onikinci Gece’nin açılışında Dük Orsino’nun ilk sözü, “Müzik aşkın kendisiyse, hiç durmadan çalınız,” olabilirdi…

Tartışılabilir bir görüş belki; ama ben, salı akşamı genç sanatçıyı dinlerken bunu düşündüm. Büyük olasılıkla, Gardot’nun “Erkekler yalnızca aşığım; ben müziğe aşığım,” şeklindeki sözleri çağrışım yapmıştı…

Bu sözler, onu tanımayanlara abartılı gelebilir. Oysa Melody Gardot’nun müzik tutkusunun ardında özel nedenler var. Çünkü 6 yıl önce 19 yaşındayken geçirdiği ağır bir trafik kazası sonrasında, hayata yeniden dönüşünü müzik sağladı.

Bedeninde meydana gelen hasarlar yüzünden, küçük yaşlardan beri çaldığı piyanoyu çalamaz olmuştu. Doktorunun önerisiyle müzik terapisine başladı. Gitar çalmayı öğrendi, müzik sayesinde iyileşip kendi şarkılarını yazdı, albümler yaptı ve şimdi dünya turnesinde…

Norah Jones’dan Daha İyi

Ben, Melody Gardot’nun sesini ilk kez 2006’da duydum. Geçen yılın en iyi caz albümlerinden biri olarak değerlendirilen “Worrisome Heart”ı ilk çıktığında dinlemiş ve etkilenmiştim.

Ama Gardot’nun asıl büyük çıkışı, bu yıl nisan ayında yayımlanan albümü “My One and Only Thrill” ile oldu. Biri dışında tüm şarkıları kendisinin yazdığı bu ikinci stüdyo çalışması, Gardot’yu cazın kadın müzisyenleri arasında önemli bir yere getirdi.

O kadar ki, Jazz Times dergisi, “Gardot, Norah Jones kadar büyüyebilir mi?” sorusunu sordu. Onun gibi büyük bir üne kavuşur mu bilmiyorum; ama şunu söyleyebilirim ki, hem şarkıları hem de sahne performansı Norah Jones’dan daha iyi.

Müziği son derece içten ve yalın… Şarkılarının kimisi romantik, kimisi hüzünlü… Ama yansıttığı duygu her ne olursa olsun, kalbinin derinliklerinden geldiğini hissettirecek kadar yoğun. Yaşanmış ve hissedilmiş çıplak duygular, şiir gibi aktarılıyor Gardot’nun melodilerinde…

Yalınlığın en önemli sebebi, sanatçının kazadan sonra aşırı sese ve ışığa karşı duyarlı hale gelmesi. Bu nedenle sürekli gözlük takıyor, kendisine eşlik eden müzisyenler de, enstrümanlarını adeta incitmekten çekinircesine çalıyor.

Zarif Bir Duygusallık

Esma Sultan Yalısı’ndaki konserde sahneye yine bastonuyla çıktı Gardot. Aldı eline akustik gitarını, ipeksi sesiyle söyledi şarkılarını… Caz, folk ve blues’u Brezilya ritimleriyle buluşturdu.

Siyah beyaz filmlerin moda olduğu dönemleri anımsatan müziğiyle dinleyenleri bir kentten diğerine taşıdı. “Les Etoiles” ile Paris’teydik, “Your Heart Is Black As Night”la New Orleans’ta…

Kendi yazdığı şarkıların dışında, yeni albümünde de yer alan “Over the Rainbow”u da yorumladı. Doğrusu cesaret isteyen bir işti. Çünkü dünya, o melodiyi Judy Garland’ın Oz Büyücüsü’ndeki yorumuyla sevdi.

Zaman içinde başkaları da söyledi aynı şarkıyı; Garland’ınki umut doluyken, Eva Cassidy’ninki hüzünlüydü. Gardot ise, şarkının ruhuna bossa nova katıp dinleyenleri Latin Amerika’ya götürdü…

Yumuşacık sesi, minimalist yorumu, sahneden yansıyan sıcaklığı ve esprileriyle İstanbul’da adeta zamanı durdurup herkesi büyüledi Melody Gardot. Aslında yaptığı, “tek ve biricik heyecanı” müziği paylaşmaktı. Kendisini hayata bağlayan en büyük sevdasını anlattı dinleyicilere…

Dolunayın aydınlattığı o enfes Boğaz akşamı, unutulmaz bir film sahnesi gibi yerleşti zihnimize…

Written by zülalk

10 Temmuz 2009 at 08:57

>Baharla Gelen Yeni Albümler

leave a comment »

>© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/24 Mart 2007

Bahar geldi, heyecan başladı! Güneşli havadan dolayı değil; benim heyecanımın asıl sebebi, festivaller döneminin başlaması ve her baharda çıkan yeni albümler. Bu nedenle, bu hafta baharımızı şenlendirecek albümlerden üzerine yıldız koyduklarımı yazmak istedim. Mutlu ve bol müzikli bir bahar dileğiyle…

BRYAN FERRY- DYLANESQUE

Doğrusu, Bryan Ferry ile Bob Dylan isimlerini bir gün aynı albümde göreceğimi düşünmemiştim. Birisi, 1960’larda art-rock akımıyla ortaya çıkan Roxy Music’in solisti, glam rock idolü. Diğeri de, Amerikan folk-blues efsanesi büyük ozan. Fakat yanılmışım. Ve iyi ki de yanılmışım. Bryan Ferry, bir hafta boyunca stüdyoya kapanmış ve en sevdiği Dylan şarkılarını yorumlamış. “Knockin’ On Heaven’s Door”, “All I Really Wanna Do”, “If Not For You”, “Baby Let Me Follow You Down”, “Make You Feel My Love”, “Just Like Tom Thumb’s Blues” gibi ünlü şarkıların yer aldığı albüm, hem Dylan hem de Ferry hayranları için arşivlik malzeme niteliğinde. Bana göre en ilginç yanı da, Bryan Ferry’nin Dylan’ın şarkılarını onun orijinal yorumuna sadık kalmadan kendi tarzına göre yorumlaması.

MOBY- GO-THE VERY BEST OF MOBY

Bugün çağdaş müziğin dahi ismi olarak tanınan Moby, kariyerine başladığı yıllarda bir “Best Of” albüm çıkarabileceğini hayal bile etmediğini itiraf ediyor. Fakat aradan geçen yıllarda öylesine büyük başarılara imza attı ki, bu kaçınılmaz oldu. Geçen yılın sonunda çıkan “Go-The Very Best Of Moby” albümünden sonra şimdi de albümün remiks versiyonu yayımlandı. Remiksleri yapanlar arasında kimler yok ki? Armand Van Helden, Mylo, Sandy Rivera, Rollo ve Sister Bliss (Faithless) ve Bob Sinclar’in de aralarında bulunduğu, elektronik müzik dünyasının en başarılı prodüktörleri bu albümde bir araya gelmiş.

Moby, bu albümün bir pazar sabahı yatağınıza uzanıp Jean Baudrillard okurken uygun olmayabileceğini, ama cumartesi gecesi partilerine çok uygun düşeceğini söylüyor. Benim gibi remikslere meraklıysanız mutlaka dinlemenizi öneriyorum; cumartesi gecesi parti yoksa bile evde tek başına dinlemek de harika oluyor. Özellikle “Natural Blues”un Katcha Remix’i ya da “Porcelain”in Murk Remix’i çalarken kim umursar partiyi? Evde yalnızsanız da, odanız olur kocaman bir dans kulübü, eşyalar dönüşür dans eden insanlara!

AIR-POCKET SYMPHONY

Fransız elektro-pop grubu Air’in yeni albümü “Pocket Symphony”, 15 Şubat’ta tüm dünyada ilk kez internet üzerinde yayımlandı. Ben de dinlemek için şifre alanlar arasındaydım. Böyle merakla beklememin nedeni, grubun 2004 tarihli albümü “Talkie Walkie”yi çok beğenmiş olmamdı. Bir grubun büyük beğeniyle karşılanan bir albümden sonra yaşayabileceği sıkıntı onların da başına geldi. Herkesin yeni albümden beklentisi çok yüksekti. Peki, 2004’teki çıtayı aştılar mı? Bana sorarsanız hayır. Fakat bu Pocket Symphony’nin başarısız olduğu anlamına gelmiyor. Bu defa şarkılar fazla akılda kalıcı değil belki ama minimalist ve melodik müziği ve deneysel yaklaşımıyla bu türün dinleyicisi için yine önemli bir çalışma. Dinlerken, o müziğin yalnızca “bu çok satar” mantığına odaklanarak yapılmadığını hissediyorsunuz.12 şarkının yer aldığı albümün bir özelliği de, konukları arasında Pulp’tan Jarvis Cocker’ın ve The Divine Comedy’den Neil Hannon’un bulunması.

THE ORIGINAL DIVAS ALBUM

40’lı ve 60’lı yılların caz ve blues şarkılarını seviyorsanız, bu albüm sizin için. İyi bir toplama albüm bulmak pek kolay değildir. Hemen hepsinde sevdiğiniz bir iki şarkıyı bulursunuz ama kalan şarkılar genellikle sizin favorileriniz değildir. Oysa bu albümde hiç boş yok; gerçekten de geçmiş yılların en ünlü divalarının seslendirdiği 23 klasik şarkı bir araya toplanmış. Shirley Bassey, Peggy Lee, Ella Fitzgerald, Judy Garland, Nina Simone, Edith Piaf, Julie London, Dinah Washington… Şarkılar da diva listesi kadar heyecan verici: I’ve Got You Under My Skin, Walk On By, Strangers In The Night, Exactly Like You, April In Paris, Fly Me To The Moon… Daha fazla söze gerek var mı?