Zülal Kalkandelen / Müzik Yazıları

Archive for the ‘Luis Bunuel’ Category

>Dali’nin İzinde…

leave a comment »

>© Zülal Kalkandelen/ Dünyalı Yazılar
Cumhuriyet Pazar Dergi/21 Aralık 2008

Bu satırlar, İspanya’da Cadaques’te yazıldı. Salvador Dali’nin Port Lligat limanındaki evine yürüyerek 15 dakika uzaklıkta bir kafedeyim. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, sırılsıklam bir haldeyim ve bu tuhaf kafede bütün bir öğleden sonrayı geçirmek zorundayım. Çünkü Barcelona’ya gitmek için önce Figueres’e dönmem gerekiyor. Tek ulaşım yolu otobüs. Ama otobüs şirketinin yetkilisi Çinli kadının bildirdiğine göre, ilk otobüs akşama doğru kalkacakmış… Ya da otostop yapabilirmişim ama o hiç aklıma yatmadı.

Aslında sabah Figueres’teki Dali Müzesi’ne gitmek üzere yola çıktığımda şehirde yağmur yağmıyordu. 1.5 saatlik tren yolculuğundan sonra Figueres’e vardığımda yağmura yakalandım.

Öğlen vakti müzeden çıktım ve bu defa Dali ile eşi Gala’nın Port Lligat’taki evini görmek istedim. Önemli bir yerdi orası; Dali, kendisini geriye çekip düşüncelerini şekillendirmeyi o evde öğrendiğini söylemişti. Figueres’teki müze görevlilerine oraya nasıl gidebileceğimi sordum. Arabam yoksa otobüse binmem gerektiğini söylediler ve başka hiçbir şey demediler.

Ben de düştüm yola. Otobüs yolda birçok yerde durdu ve sadece ben ve iki Koreli kız Cadaques’e kadar geldik. Çok keskin virajlı yollardan geçtik ve bir saat sonra otobüsten indiğimizde yağmur devam ediyordu, şemsiyem de yoktu ama yılmadım.

Heyecanla dar sokaklarda dolaşmaya başladım. Fakat tek bir insanla bile karşılaşmadım. Bütün dükkânlar kapalıydı… Port Lligat’a ulaşınca aldım acı haberi: Dali’nin evi de kapalıydı!

Figueres’teki müze görevlilerinin beni uyarmamasına biraz bozuldum tabii. Ama en azından Picasso, Bunuel, Magritte, Lorca gibi birçok sanatçıya da esin kaynağı olmuş bir yeri görebilirim diye düşündüm.

Yine devam ettim yürümeye. Mavi-beyaz renkteki evleri, deniz kıyısındaki gazinoları ile tam bir balıkçı köyü burası. Sokakları, sadece insanların ve hayvanların yürüyebileceği kadar dar ve engebeli. Bütün o engebeleri aştım. Fakat artık çok ıslanıp üşüdüğüm için kapalı bir yere sığınmam gerekti. O sözünü ettiğim kafeyi görünce de çölde su bulmuş gibi oldum.

Otobüsteki Koreli kızlar da buraya gelmiş… Ama İngilizce konuşmuyorlar. Siz bir şey derseniz, kafalarını aşağı ya da yukarı hareket ettirerek yanıt veriyorlar. Kendi aralarında sürekli gülüşüp eğlendiklerinden onları kendi haline bıraktım.

Kafeyi işleten Nuria ise, “Önce Katalan’ım, sonra İspanyol” diyenlerden. Buralarda çoğu insan kendini bu şekilde tanımlıyor. Bu bana, Türkiye için önerilen İspanya modelini hatırlatıyor…

Sıcak sangria içip kalorifere yapışarak ısınmaya çalışıyorum. Koreli kızlar langırt oynuyor. Nuria ise telefonda bağıra çağıra Katalanca konuşuyor. Kafede internet bağlantısı da var. Ama ben onca yolu internete girmeye gelmedim ki…

Biraz ısındım ya, sokağa çıkma cesareti buluyorum yine. Deniz coşmuş, gök kararmış… Kimin umurunda?

***

Yazının bundan sonrasını yine Cadaques’te bir sahil gazinosunda yazdım. İyi ki Nuria’nın kafesinden çıkmışım; Dali’nin bohem kasabasını daha yakından tanımış oldum.

Gazinonun sahibi Pere’nin anlattığına göre, yazları Cadaques’te otellerde yer kalmazmış. “Burası normal koşullarda hiç bu kadar sessiz değildir,” diyor Pere. Bir bakıma sürreal bir durum demek ki… Hem akşama kadar sıcak sangria içip, camdan Akdeniz’i seyredecek vaktim de var…

İçinde bulunduğum durumda avunulacak bir yan bulmaya çalıştığımı düşünebilirsiniz… Ama otobüs saatine kadar Dali’ye yaraşır uçuk bir hikâye hayal edersem, “Belleğin Azmi” tablosundaki gibi zaman akıp gitmez mi?

Written by zülalk

22 Aralık 2008 at 01:04