Zülal Kalkandelen / Müzik Yazıları

Archive for the ‘Imogen Heap’ Category

>"Bilgisayar hâlâ en yakın arkadaşım"

leave a comment »

>© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 10 Temmuz 2010

Uluslararası İstanbul Caz Festivali, bu yıl “Yeni Ozanlar” serisinde yine sıra dışı bir ismi konuk ediyor. Folk ve elektronik müziği birleştiren çalışmalarıyla başarı kazanan müzisyen Imogen Heap, 10 Temmuz’da İstanbul Modern’de bir konser verecek.

33 yaşındaki İngiliz şarkıcı, aynı zamanda şarkı sözü yazarı, besteci ve multi-enstrümantalist. Geçen yıl “Ellipse” adını taşıyan son albümüyle En İyi Düzenleme Dalında (Non-Classical) Grammy kazandı.

Myspace, Facebook, Twitter ve kendi blogu üzerinden yürüttüğü yazışmalarla çok sayıda hayran sahibi olan Imogen Heap, “Ellipse”in kayıt döneminde blogunda 40 ayrı video yayınlayarak bu süreci dinleyicileriyle yakından paylaştı. Teknolojiyi çok etkin kullanıp bir internet fenomeni haline gelen sanatçıyla ilginç bir söyleşi yaptık.

Son albümünüz “Ellipse”i kaydetmeden önce stüdyonuzu yenilediğinizi duydum. Bu değişikliğin sizin için özel bir önemi var mıydı?

Daha önce Londra’da bir stüdyom vardı. Çok gürültülü bir yerde olduğundan kırsal alandaki aile evimizi stüdyoya dönüştürme kararı aldım. Çocukken o evin bodrum katında oyun oynardık. Oraya yeniden hayat vermek için teknik ekipmanımı taşıdım. Eski oyun alanım şimdi benim yeni oyun alanım oldu.

Elektronik aletlerle çalışırken, şarkıları ekipmana uyacak şekilde mi biçimlendiriyorsunuz, yoksa şarkıya uyacak doğru ekipmanı mı buluyorsunuz?

Son albümümü seyahatlerim sırasında yazdım. Hawaii, Tazmanya, Hong Kong, Japonya, Pekin, Tayland gibi yerleri dolaştım. Yanımda basit bazı aletler ve mikrofonum vardı. Şarkıların demolarını piyano üzerinde çalarak kaydettim. O nedenle şarkılar kendi yolunu biraz kendisi buldu.

Ben de bunu soracaktım. Demoları genellikle piyanoyla mı kaydediyorsunuz?

Bu defa böyle oldu. Ama geçmişte demo kayıtları elektronik aletler aracılığıyla yaptığım da oldu. Bugüne kadar yaptığım tüm kayıtları düşünecek olursak yarı yarıya diyebilirim.

Bir şarkıyı aklınızda geliştirip ona uygun sesin hangisi olduğuna karar veremediğiniz oldu mu?

Sanırım kalbimin derinliklerinde seslerin nasıl olması gerektiğine dair güçlü hislerim var. Şarkıları yaparken sesleri katmanlar halinde düşünüp ilerliyorum. Her bir katmandan sonra bir sonrasını hayal ediyorum, bunun nasıl olmasını istediğimi biliyorum. Bazen stüdyoya girdiğimde işe nerden başlayacağımı bilmediğim de oluyor. O zaman seslerin yönlendirişine bırakıyorum kendimi. Örneğin son albüm için stüdyoya girdiğimde, evdeki çeşitli sesleri, kapı sesi, rüzgar sesi vb. kaydedip sample olarak kullandım.

Ben elektronik müziğin geleceğe bakmakla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu tür müziği küçümseyenlere sizin bir yanıtınız var mı?

Elektronik öğeleri kullanıyorum ama müziğim çok fazla elektronik değil. Elbette elektronik müzik yapmak için buna uygun aletler kullanmak gerekiyor. Ama çok açık ki, bu şekilde müzik yapmak için, bunu geliştirebilecek bir vizyona, donanıma sahip olmak lazım. Pek çok insan elektronik müziği soğuk bulduğunu söyler. Ben buna katılmıyorum. Günlük yaşantımıza bakın. Herkesin arabası ya da cep telefonu aracılığıyla teknolojiyle kurduğu bir ilişki var. Neden bu müzikte farklı olsun ki? Bu da teknolojinin bize sağladığı bir olanak.

Fever Ray, “Bazen yapay bir ses daha gerçek gelebilir” demişti. Katılır mısınız buna?

Fever Ray, bu dünyadaki en farklı, kendine özgü seslerden birisi. Akord ve ses efektleri yardımıyla duyabileceğiniz en karanlık, en derin insan sesini elde ediyor. Bana göre, esas olan kalbinizde yatan sese ulaşmak. Son tahlilde teknolojiyi kullanan da insan; duygusuz, soğuk bir yaratık değil. Teknoloji ile elde edilen şey de, yine insan aklının ve duygularının ürünü.

Deneysel çalışmalarla kendini zorlayıp çıtayı yükseltirken bir yandan da pop sınırları içinde kalmayı başarabilenlerdensiniz. Bu konudaki temel yaklaşımınız ne?

Bir albüme başlamadan önce herhangi bir plan yapmıyorum, nereye gitmek istediğimi belirlemiyorum. Sadece başladığım işi tamamlamayı istiyorum. Kendimi zorlamayı ya da albüm soundunun “cool” olmasını hesaplamıyorum. Tek istediğim dinleyicilerle bağ kurmak. Popun ana hedefi de budur. İnsanlara müzikle, şarkı sözleriyle duygusal olarak dokunmak, onlarla iletişim kurmak amacım. Popun saydam ve açık bir tavrı var. Ayrıca pop müzik çok yaratıcı da olabiliyor. Kendimi zorlama kısmına gelince, stüdyomda kendimle baş başa kalmam zaten yeterince zorlayıcı…

Albümlerinizi film gibi düşünsek, yönetmen, senarist, yapımcı ve başrol oyuncusu da siz olurdunuz. Mükemmeliyetçi misiniz, yoksa tamamen özgür olmak mı istiyorsunuz?

Başka müzisyenlerle işbirliği yapmayı seviyorum. Ama iş kendi albümümü hazırlamaya gelince, bunu ben yaptım diyebilmeyi istiyorum. Çünkü bu böyle devam ettikçe, kafamdakini gerçekleştirmeye daha çok yaklaşıyorum. Ben asla en mükemmelini yaptım demiyorum ama kendi adıma kendi aklımdaki özgünlüğü yakalamaya çalışıyorum.

Milyonlarca hayranınızla günümüzün internet fenomenlerinden birisiniz. Bunun sizin için anlamı ne?

Buradaki en önemli şey, insanlarla bağ kurmak. Blog yazmak, internet üzerinde dinleyicilerle konuşmak, Myspace’de şarkılarınızı paylaşmak, bunların hepsi çevrenizdekilere yakınlaşma fırsatı ve benim hayatımın çok büyük bir parçası. Yaptığım şeyi yapmaya devam etmemi sağlıyor. Bunu hem hayranlarım hem de kendim için sürdürüyorum. Ayrıca benim başka müzisyenler gibi bir yapım ekibim, tasarımcım vs. yok. Her şeyle kendim ilgileniyorum. Bu tür konuları internette insanlarla paylaşıp ortak bir yol buluyorum.

Bilgisayar hâlâ en yakın arkadaşınız mı?

Evet, hâlâ öyle.

Brian Eno, bir keresinde “Müzisyenler bilgisayarlardan daha eğlenceli. Çünkü bilgisayarlar belli bir gelişim düzeyinin altında” demişti.

Öyle mi dedi? Doğru, insanlar daha eğlenceli. Bilgisayarların aklımızdan geçeni tam olarak bilebilecek durumda olmasını isterdim. Düşünün; bir tuşa basıyorsunuz, bilgisayar istediğinizi aynen anlayıp uyguluyor. Bu bugün bir hedef aslında. Bu nedenle insanlara daha çok uyum gösterecek bilgisayarlar geliştirilmeye çalışılıyor.

İstanbul konseriniz nasıl olacak? Sahnede size bas kutusu, papağan ve bilgisayar mı eşlik edecek? Yoksa sizin deyiminizle “uzay gemisinde uçup şarkı söyleyen bir kız” mı göreceğiz?

Piyanom var, bilgisayarım ve başka aletlerim de var. Konserde önceden kaydedilmiş olan unsurları kullanarak değil, daha çok doğrudan aletleri çalarak müzik yapmayı istiyorum. İnsanlara ulaşmak için sahnede icra etmek istediğim müziği yapacağım. Albüm kayıt sürecinde çok sayıda farklı ses kullandık. Bunları sahnede canlı seslendirebilmek için kullandığım ekipman da var tabii. Bana eşlik eden bir perküsyoncu var, vokalde de yer alıyor bazen. Bas gitar ve viyola çalan arkadaşlarımız var. Gerçek insanlarla müzik aletlerini çalarak seslendirdiğimiz eski ve yeni parçalar da var, synthesizerların devreye girdiği daha elektronik parçalar da. Güzel şeyler oluyor sahnede…

Written by zülalk

10 Temmuz 2010 at 02:25

>Dijital Çağın Sıra Dışı Sesi

leave a comment »

>© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 1 Temmuz 2010

İstanbul Caz Festivali’nin en yaratıcı bölümü, bana göre, “Yeni Ozanlar”. Müzik dünyasının en yenilikçi alternatif seslerini ülkemize getirdiği için her yıl sabırsızlıkla bekliyorum bu bölümü.

Bu yıl da çok güzel bir sürpriz yaptı İKSV ve besteci, söz yazarı, multi-enstrümantalist, vokalist Imogen Heap’i davet etti festivale. 33 yaşındaki sanatçının adını, pek çok müziksever ilk olarak 1998’de Urban Species’in “Blanket” adlı parçasındaki unutulmaz vokalde duydu.

Ünlü prodüktör Guy Sigsworth’le kurduğu elektronik müzik grubu Frou Frou ile yaptığı çalışmalarla da beğeni kazandı Imogen Heap. Ancak asıl başarıyı, folk ve elektronik müziği bütünleştiren solo çalışmalarıyla yakaladı.

Kanımca, İngiliz müzisyenin en etkileyici özelliklerinden birisi, ilham kaynaklarının çeşitliliği ve onları müziğine yansıtma biçimi. Klasik müzik eğitimi almasına karşın, rock’tan folk’a ve dans müziğine kadar birçok türle yakın temas içinde Imogen Heap.

Bunun nedeni, yeni sesler yaratıp onları dönüştürmeye duyduğu ilgi olsa gerek. Bu ilgi, işe organik seslerle başlasa da, ses deneylerine tutkun her müzisyen gibi, sonuçta onu da farklı aletlere (array mbira ve hang gibi) yöneltmiş.

Imogen Heap’in manipüle edilmiş seslere olan düşkünlüğü beni her zaman cezbetti. O manipülasyonların sonucunda ortaya ne çıkacağını hep merak ettim. 1998- 2009 yılları arasında yaptığı üç solo albümünü de heyecanla beklememin temel nedeni buydu.

Gerçi geçen yıl yayımlanan albümü “Ellipse”in yapım sürecini blogunda yayımladığı 40 video ile dinleyicileriyle yakından paylaşıp bu merakı bir ölçüde önceden giderdi. Hatta hayranlarıyla iletişim kurmak için sosyal paylaşım sitelerini o kadar aktif bir şekilde kullandı ki, “interaktif çağın dijital kraliçesi” diye anılmaya başlandı.

Dikkatli dinleyiciler, Imogen Heap’in müziği ile ilgili çarpıcı bir noktayı da fark etmişlerdir mutlaka. Kendi içinde bir tezatı da barındırıyor bu müzik. Yeni sesler yaratma macerasında doğal olanla yapay olanı bir araya getirirken, şarkı sözlerinde hayatın çıplak gerçeklerini aktarıyor.

Örneğin, ilk albümü “I Megaphone” (1998), Imogen Heap’in ismi için bir anagram olmanın yanı sıra, içeriğini de ortaya koyar. Genç bir kadının duygusal kırılganlığını olabilecek en saf haliyle ve ağırlıklı piyano kullanımıyla duyurur dünyaya…

İkinci solo çalışması “Speak for Yourself” (2005), kendi tanımıyla “Guns N’Roses’dan daha Madonna, Dirty Dancing’den daha Donnine Darko”dur.

Geçen yıl çıkan son albümü “Ellipse” ise, iki dalda Grammy ödülüne aday gösterildi. Ancak romantik ve dingin melodileriyle oldukça beğenilen albüm, “Can’t Take It In” ya da “Hide and Seek” tarzı bir hitten yoksundu.

Imogen Heap’in, teatral performansı, çok iyi kullandığı sesi ve farklı kostümleriyle kendisini canlı dinleyenlerde büyük hayranlık yarattığını biliyoruz. Bazen karanlık bir melankoli, bazen de huzur yansıtan şarkılarıyla, İstanbul Modern’in bahçesinde de yeni hayranlar edineceğinden hiç kuşkum yok.

Written by zülalk

01 Temmuz 2010 at 19:51

>Okuyucu İstekleri

with 2 comments

>© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/ 24 Ekim 2009

Bu yazının içeriğini, okuyuculardan aldığım e-postalar oluşturdu. Zaman zaman yeni çıkan albümleri sorup, “Neden onu da yazmıyorsunuz?”, “Neden bu albümden hiç söz etmiyorsunuz?” diyorlar.

Öncelikle şunu söylemeliyim; o kadar çok albüm yayınlanıyor ki, hepsini yazmak olanaklı değil. Ancak aralarından ihmal edemeyeceklerimi seçiyorum. Ama bu hafta, okuyucuların sorduğu albümleri yazdım.

PETE YORN & SCARLETT JOHANSSON- BREAK UP

Pete Yorn, bu albüm projesine Scarlett Johansson‘ı katmakla hata etmiş. Çünkü Scarlett’in iyi bir sesi yok ve şarkı söyleyemiyor. Tom Waits şarkılarını seslendirdiği albüm bir felaketti zaten, ama nedendir bilmem ısrarla müzik çalışmalarına devam edeceğini söylüyor. Güzel olan her oyuncunun müzisyen de olabileceği fikrine nasıl varıldı bilmiyorum…

Pete Yorn, şarkılarını yazarken, aklında, Serge Gainsbourg ile Bridget Bardot‘ya benzer bir ikili yaratmak varmış. Düşünmüş kim Bridget Bardot olabilir diye… Ve sinemada onun yerine aday gösterilen Scarlett’i uygun bulmuş. İyi de film çekmiyorsunuz ki, albüm yapıyorsunuz…

Üstelik, Serge ile Bridget arasındaki özel ilişki, Scarlett ile Pete’in arkadaşlık ilişkisinden çok farklı olduğu için, bu albümdeki şarkılarda ruh da yok. Ama albümün iTunes satış listelerinde ilk 10 arasında olmasına bakılırsa, Yorn’un pek de fena bir pazarlama taktiği izlemediğini söylemek mümkün. Scarlet çok ünlü ya, medyada çok haberi çıkıyor.

Keşke, şarkı söylemeyi bilen iyi bir ses bulup, onunla ikili oluştursaydı Pete Yorn… O zaman en azından ortalama bir pop albümü olurdu…

IMOGEN HEAP-ELLIPSE

İngiliz şarkıcı/prodüktör Imogen Heap’in yeni albümü “Ellipse”, elektro pop türünü sevenler için iyi bir seçim olabilir. Aşk, ilişkiler, ayrılık ve doğa temalı şarkılarda, özenli bir prodüksiyon çalışması yapılmış.

Imogen Heap’in çok güçlü ve büyüleyici bir sesi yok; ama kullandığı teknikle bunu aşmanın yolunu bulmuş. Elektronik müziği folk tarzıyla birleştirip, kendine özgü farklı bir yöntem yaratmış. Çoğu zaman fısıldarcasına, usulca söylüyor şarkıları ve melodinin içine kattığı farklı seslerle güçlendiriyor soundu.

Bazı şarkılarda, usta müzisyenler eşlik etmiş Imogen Heap’e. Örneğin, “Canvas” adlı şarkıda akustik gitarı, ünlü Hint kökenli müzisyen Nitin Sawhney çalıyor.

Sakin bir zaman dilimine, sabahın ve akşamın dinginliğine eşlik edebilecek bir albüm “Ellipse”. Bazıları için bu kadar sakinlik sıkıcı olabilir, ama sanatçının önceki çalışmalarını sevenler şüphesiz beğenecektir. Yine de, bana sorarsanız, “Ellipse”in Imogen Heap’in kariyerinde bir dönüm noktası olduğunu söyleyemem…

ARCTIC MONKEYS-HUMBUG

Alternatif rock müziğinin gözde grubu Arctic Monkeys’in 3. stüdyo albümü “Humbug”, oldukça iyi eleştiriler aldı. Çoğu kişi, grubun bu albümle daha olgun bir sound elde ettiğini düşünüyor.

Kanımca, daha önceki albümleriyle kıyaslanırsa, “Humbug” daha sağlam bir altyapıya oturmuş. Bunun önemli bir nedeni, Quens of the Stone Age’den Josh Homme’un da prodüktör olarak bu albüme katkıda bulunması. Fakat bazen, “Crying Lightning”de olduğu gibi, gereksiz gitar sololara girildiğini düşünüyorum…

Bu albüm, The Smiths etkisini daha fazla hissettiriyor. Belki de bu nedenle Humbug’ı öncekilere göre daha dinlenebilir bulduğumu söylemeliyim.

Solist Alex Turner’ın belirgin bir ironi ve espri anlayışıyla aktardığı sosyal hayat gözlemleri ilginç. Morrissey ve Jarvis Cocker’ın şarkı sözlerini sevenleri burdan yakalıyor Arctic Monkeys… Morrissey hayranlarına özellikle “My Propeller”, “Secret Door”, “Cornerstone” ve “Dance Little Liar”ı öneririm.

Bir de, Alex Turner’ın yan projesi “The Last Puppet Shadows”un, grubun müzikal yelpazesinin genişlemesinde epeyce payı olduğu anlaşılıyor. O oluşumdan çok da güzel bir albüm çıkmıştı. Umarım devamı gelir.

Bakalım post-Britpop’da yükselen Arctic Monkeys trendi nereye varacak? NME dergisi, grubu yere göğe koyamayınca, İngiltere Başbakanı Gordon Brown bile her gün Arctic Monkeys dinlediğini söylemişti. Ama sonra da bir soru üzerine hiçbir şarkılarının adını hatırlayamamıştı. Bir grup moda olmaya görsün; o modayı izler görünmek için nasıl da sıraya giriyor insanlar…

Written by zülalk

24 Ekim 2009 at 21:50

>Müzisyenler Pazarlamacı mı?

leave a comment »

>© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/ 5 Eylül 2009

Imogen Heap adıyla tanınan İngiliz şarkıcı, Twitter sayfasına bir not koymuş. Söylediğine göre, zamanının sadece yüzde 5’ini müzik yapmakla geçirirken; geri kalanını seyahat ve promosyon işleri için harcıyormuş…

Imogen Heap, müzik dünyasında “interaktif çağın dijital kraliçesi” olarak tanınır. Çünkü kendi internet sitesini ve diğer bütün sosyal paylaşım sitelerini çok aktif bir şekilde kullanır.

Dinleyicilerine çeşitli konularda fikirlerini sorar, şarkılarına remiks yapmalarını ister, her şarkısını tek tek onlarla tartışır, albümlerinin görsel tasarımı için öneriler ister ve en iyi olanı ödüllendirir…

Imogen Heap’in yarattığı bu sanal dünya, aklıma şu soruyu getirdi: Bir müzisyenin zamanının sadece yüzde beşini müzik yapmaya, geri kalanını promosyona ayırması normal mi?

Tam tersi olsa; yüzde 95’ini müziğe ayırsa, daha iyi müzik yapma şansı artmaz mı? Bunun sonucunda da, çeşidi ve kalitesi artan müzik, daha fazla dinleyicinin dikkatini çekmez mi?

Bir başka deyişle; bir müzisyenin asıl işi, müzik yapmak değil mi?

SOSYAL MEDYA DEVRİMİ

Bu soruların yanıtlarını vermek için, yaşadığımız internet çağını iyi gözlemlemek gerek. İnsanların artık yataktan kalkar kalkmaz yaptıkları ilk işin e-postalarını kontrol etmek olduğu bir dönemde yaşıyoruz.

Toplumsal hayat, gerçekten ciddi dönüşümler geçiriyor. Bugünlerde internette bu dönüşümleri çarpıcı bir şekilde gösteren bir video dolaşıyor.

Videonun konusu, Erik Qualman adlı Amerikalı bir yazarın yeni çıkan kitabı. “Socialnomics: How Social Media Transforms the Way We Live and Do Business” adlı bu kitap, internet üzerindeki sosyal paylaşım sitelerinin hayatımızı nasıl değiştirdiğini anlatıyor.

Çok ilginç bilgiler veren video, şu sorularla başlıyor: “Sosyal Medya Geçici Bir Heves mi? Yoksa Sanayi Devrimi’nden bu yana en büyük dönüşüm mü?

Ve ardından da şu bilgiler sıralanıyor:

Sosyal medya, internetteki 1 numaralı aktivite olarak pornoyu alt etti.

Amerika’da her 8 çiftten birisi sosyal medya aracılığıyla evlendi.

Radyonun 50 milyon kullanıcı sayısına ulaşması 38 yılı alırken, bu televizyon için 13, internet için 4, iPod için 3 yıl sürdü.

Facebook ise, 9 aydan kısa bir zamanda 100 milyon kullanıcıya ulaştı.

Eğer Facebook bir ülke olsaydı, Çin, Hindistan ve Amerika’dan sonra, dünyanın dördüncü büyük ülkesi olurdu…”

Socialnomics’in yazarı Qualman şöyle diyor: “Yakın bir gelecekte artık ürünleri ya da hizmetleri kendimiz araştırıp bulmayacağız, onlar sosyal medya aracılığıyla bizi bulacak.

Videoyu izleyince, müzisyenlerle ilgili soruya geri döndüm. Gerçekler böyle ortaya serilince, Imogen Heap’in zamanını “az müzik, çok promosyon” temelinde planlaması, dönemin koşullarına uygun gözüküyor… Siz onu değil, o sizi buluyor…

ASLOLAN SANAT

Fakat insan, bunu sanatçılar açısından düşününce, tedirgin oluyor… Bu durumda, sanatçılar, hayranlarıyla interaktif ilişki kurmak için dijital dünyada bir tür pazarlamacı haline mi gelecek?

Peki, milyonlarca kişi tarafından takip edilmek için ilgiyi nasıl çekecekler? Bunu sanattan söz ederek mi, yoksa bugünkü gibi kendi özel yaşantılarının ayrıntılarını paylaşarak mı yapacaklar?

Birçok sanatçının Twitter sayfasına bakınca, hangi restoranda ne yedikleri, neden canlarının sıkıldığı, kime gıcık oldukları türünden bilgileri buluyorsunuz. Çünkü görülüyor ki, kullanım amacı çoğunlukla kişisel reklam…

Bu özel yaşam ayrıntılarıyla çekilen ilgi, albüm ya da konser biletlerinin satışına yansır mı?

Kaç kişi David Byrne’ün blogunda anlattığı sanatsal projelerle ilgilenir ve yaptığı müziğe ilgi duyar? Kaç kişi Lily Allen’ın yeni manikür tarzını gösteren fotoğraflara bakar ve şarkılarını indirir? Herhalde Lily Allen fotoğraflarına daha çok kişi bakar…

Bunlara karşın, durum geçmişe göre daha kötü değil. Televizyon, radyo ve yazılı basın, “celebrity” kültürünü zaten yıllardır besliyor. Üstelik büyük sermayenin elindeki medya aracılığıyla yapıyorlar bunu…

Şimdi buna sosyal paylaşım siteleri de katıldığı için, bu kültür belki daha çok insanı içine çekecek. Ama en azından internet, şu an için daha özgür bir platform. Doğru kullanabildiğiniz sürece, büyük hız ve yeni olanaklar sağlıyor.

Bana göre aslolan, müzisyenin zamanının çoğunu sanatını geliştirmek için harcaması. Dinleyicilerle iletişim kurmak istiyorsa, geri kalan zamanda sosyal medyayı kullanmasında bir sorun yok.

Ama sanatçı, dinleyicilere ulaşmak için pazarlamacılığa soyunmamalı. Bundan daha iyi bir yol bulunmalı…

Çünkü gerçek müzisyen sanatçıdır, pazarlamacı değil…

Written by zülalk

05 Eylül 2009 at 21:07

David Byrne, Imogen Heap, Lily Allen, sanat kategorisinde yayınlandı